BİR BİLMECE
Bir varmış bir yokmuş.
Allahın iyi kulları çokmuş.
Saymaca başladı birden, bir dev göründü aniden.
Hoppala toppala…
Oyununuz çok ola.
Size bir masal anlatayım.
Savurup düşünüze katayım.
Zaman zaman içinde,Mekân mekân içinde.
Nasreddin Hoca, çıkmış yola koyulmuş.
Az gitmiş uz gitmiş derken pek yorulmuş.
Ah demiş eşeğine. Sen mi beni taşıdın ben mi seni?
Sen yorgun ben yorgun.
Dinlenmemiz pek uygun.
Eşeğini otlatmış çayırdan, kendini bırakmış bayırdan.
Gelmiş bir söğüt dibine.
Salkım söğütün ninnisine bırakmış yükünü.
Unutmuş günlerini dün mü bugün mü?
Derken uykuya dalmış.
Salkım söğüdün dalları bir ucu Yunus Emre’nin sarığına dokunuyor; bir diğeri Kibele’nin eteklerine. Bakakalmış dallara, selam vermiş dostlara.
-Selamün Aleyküm
-Ve aleykümselâm
“Uzun yoldan geldim yorgunum.
Kızımı özledim durgunum.
Dere tepe yollardayım.
Bir hoş hallerdeyim.
Söyleyin bana nerdeyim?”
“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır”
Yunus! Sen misin?
Ne güzel söylersin.
“Kendini bilmelisin” dersin.
Ben sana onu mu sordum.
Sen bildin mi beni. Hoca Nasrettin.
“Uzun yoldan geldim yorgunum
Kızımı özledim durgunum
Dere tepe yollardayım
Bir hoş hallerdeyim
Söyle bana nerdeyim?”
Bilmem mi Hoca Efendi.
Yorgunsan, evvela eline su dökeyim, sana bir ayran getireyim.
Senin mayaladığın yoğurttan yaptım.
İçine Hak sevgisi kattım.
Yaa göl maya tuttu demek.
Ya tutarsa demiştim günlerce beklemiştim.
Kime niyet, kime kısmet. Demek sen…
…
Hoca ayranı içti lıkır lıkır, işleri gitti tıkır tıkır.
Davullar çalındı dan dan dan.
Kibele göründü uzaktan.
Salındı geldi düz ovadan,
Selam durdu yavaştan.
Gününüz aydın ola.
Hangi rüzgar attı sizi buralara?
Hoca şaşırdı durdu, sonra söze koyuldu.
“Uzun yoldan geldim yorgunum
Kızımı özledim durgunum
Dere tepe yollardayım
Bir hoş hallerdeyim
Söyle bana nerdeyim.”
…
“Kaçtım bugün tapınaktan.
Koşa geldim uzaktan,
Kimsin nesin derken
Tanıdım seni kavuktan.”
Ben Kibele. Ana Tanrıça.
Sizinkiler bana Sibel diyorlar.
Ben de bilmem nerede olduğumu;
Ne oldu da buralara savrulduğumu.
Hoca duyunca Sibel’in adını.
Hatırladı Ulu Kadını.
Bildim bildim seni.
Eşşek Kulaklı Midas’ın güzel ülkesinin bereketli anası…
Derken bir rüzgâr esti köşeden
Hoca uyandı neşeden.
Düşündü “Midasın altınları bende de olaydı ya” dedi.
Kalktı biraz yürüdü.
Aklını bir düş bürüdü.
Rüzgâr onu savurdu.
Sözüne bir söz koydu.
Tanığım tarihin her işine.
Düş düşünün peşine.
Yunus, Sibel, sen.
Sanma ki bu kadarsınız.
Mevlana, “Ne olursan gel” dedi.
Cümlesini topladı.
Bak keloğlan sağında, anası da yanında.
Dede Korkut solunda, destanı da kolunda
Deli Dumrul köprüde bekler
Mecnun’un Leyla’sı düşlerine düş ekler
Edebali, oğluyla
Malhun Hatun kızıyla
Seyit Battal cenk etmiş
Süceattin veli denk düşmüş
Kızılcıklı Mahmut Pehlivan bir minderde
Masalcı teyze öbür minderde
El ele verdiler hatırla
Yola düştüler katırla
Yol yola, insan insana ulandı.
Yürekler sevgiye boyandı.
Zaman zaman içinde, mekân mekân içinde.
Az gittiler uz gittiler.
Dere tepe düz gittiler.
Hep bir ağızdan söz eylediler.
Sizlere de bir soru sordular.
“Uzun yoldan geldik yorgunuz
Sizleri özledik durgunuz
Dere tepe yollardayız
Bir hoş hallerdeyiz
Söyleyin bize nerdeyiz?”
Zehra Çam